![]() |
Georg Wilhelm Pabst |
Çoğunun adında ''sokak'' ya da sokakla ilgili sözcükler yer alır: Sokak (Der Grasse, Karl Grune, 1923), Hüzün Sokağı (Die freudlose Gasse, G.W. Pabst, 1925), Asfalt (Asphalt, Joe May, 1929) gibi filmler örnek verilebilir. Bu filmlerde sokak, çeşitli sınıflardan her türlü insanı ve eylemi bir araya getiren mekânsal bir öğedir. Sözcüğün ilk kez kullanıldığı Karl Grune 'nin tipik filmi Sokak 'ta, kendi evinin konforundan ve güvenliğinden sıkılan orta yaşlı bir adamın kanunsuz, denetimsiz kentte maceraya atılışı, sokaklarda bir dizi dehşetli ve acı verici olay yaşadıktan sonra daha hüzünlü, ama daha ''akıllanmış'' olarak karısına dönüşü anlatılır. Artık, barış ve huzur demek olan, eski, tekdüze yaşamına müteşekkirdir. Anlaşıldığı gibi, bu filmde, hem sokakların gerçek yüzü gösterilmekte hem de seyirciye kendi '2kabuğu''nun en ''iyi''si olduğu söylenmekte, alışılmış düzenini bozması halinde başına gelecek tehlikeler hatırlatılmaktadır. Pabst 'ın Hüzün Sokağı ise konuya daha farklı biçimde yaklaşır.
Dış dünyanın stüdyolarda yeniden inşa edilişi, dönemin Alman sinemasının etkileyici bir özelliği olmakla birlikte ''nesnelci'' ya da ''gerçekçi'' tanımlamalarıyla belirli bir çelişki taşır. Dekor ve aydınlatmayla, hem görünüş hem de duygusal olarak gerçeklik duygusu yaratma girişimi kolayca sonuca ulaşılabilecek bir şey değildir. Kenti stüdyonun içinde kurmak yeterli olmayabilir; ''kent gibi'' hissedilmesini sağlamak zorunludur. Ayrıntıların gerçekliği -vitrinler, ışıklı yazılar, tabelalar, otomobiller- kendi başına, devingen bir kalabalığın, kalabalık içindeki yalnız bireyin psikolojik boyutlarıyla sergilenmesini, neşeli ya da karamsar bir atmosferin yaratılmasını sağlayamaz. Belki de bu sorunların bilincinde olmak, toplumsal gerçekliğe ilişkin sorunları sıradan insan üzerinden, yeni nesnelci ve dışavurumcu etkiler altında ortaya koyan ''sokak filmleri'', kendine özgü gerçekçi bir tarz yaratmıştır. Murnau 'nun Son Adam 'ını aralarına katabileceğimiz bu filmler, 1920 'lerin Almanya 'sında yaşanan ekonomik ve ruhsal çöküntüyü, bireyin tepkisel olarak içe dönerek otoritaryenizme kayışını anlatmaya çalışır. ''Sokak filmleri''ne damgasını vuran yönetmen, 1920 'lerde dışavurumcu eğilimlerinden belirli ölçüde uzaklaşarak karamsar bir gerçekliğe yaklaşan, filmlerinde insan psikolojisine ve psikanalize değgin bilgilerini de ortaya koyan Georg W.Pabst 'tır.
Viyana 'da 1885 yılında doğan Pabst, mühendis olmayı hedeflerken sanata ilgi duymuş ve eğitimini bu yönde sürdürmüştü. 1906 'da tiyatro oyunculuğuna başlamış ve bir süre sonra ABD 'de Almanca oyunlar sahnelemişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa 'da gözaltında tutulan Pabst, 1921 'de Berlin 'e giderek filmlerde oyuncu, yönetmen yardımcısı ve senaryo yazarı olarak çalışmaya başladı. Bir süre sonra ilk filmi olan Hazine 'yi (Der Schatt, 1923) yönetti. Bu film, Yorgun Ölüm ile Golem 'i anımsatan bir konu işliyor, büyük dekorlar önünde dışavurumcu aydınlatma eşliğinde çırağın, ustasının kızına ulaşabilmek için efsanevi altınları arayışını anlatıyordu.
Pabst, 1925 'te özgün tarzını sergileyen ilk filmi olan Hüzün Sokağı 'nı yaptı. Dünya çapındaki ününü, bir ölçüde Asta Nielsen, Greta Garbo ve Werner Krauss gibi oyunculara borçlu olan bu film, enflasyonla kıvranan Viyana 'da yaşanan sert ve gerçekçi öyküsünü etkili biçimde anlatmaktadır. Hüzün Sokağı 'nda ekonomik kaos ve onun sonuçlarından biri olan ahlaki değerlerin geçirdiği çöküntü, tek bir sokağın sakinlerinin birbirlerine kenetlenmiş yaşamları aracılığıyla ortaya konur. Bu sokakta çarpıcı çelişkiler ve zıtlıklar vardır. Tıka basa yeme ile açlık, zengin ile yoksul, geleneksel aile değerleri ile ahlaksızlık hep bir arada var olur. Filmin öne çıkan karakterleri, yoksul düşmüş bir profesörle kızı, bir Amerikalı Kızıl Haç görevlisi, tüm sokağa hükmeden bir kasap ve yoksul bir genç kadındır. Lüks bir gece kulübüyle, randevu evi de bu küçük simgesel dünyayı tamamlar. Kasap dükkanı önünde, bedava yada ucuza et almak için bekleşen kuyruklar uzayıp gider. Filmin iki kadın karakterinin önünde iki seçenek vardır: ya kuyrukta bekleyecekler ya da kendilerini satacaklardır. Biri ikinci yolu seçer ve katil olur; son ana kadar direnmeye çalışan öteki ise aynı akıbetten kıl payı kurtulur.
Başka filmlerde de benzer konuların işlenmesine karşın Hüzün Sokağı 'nın özelliği,, bu karamsar ortamı en uygun kamera açıları ve en doğru kamera hareketleriyle seyirciye sunabilmiş olmasıdır. Filmde açlık, hırs ve tutku gerçekçi bir tavırla sergilenmişti. Pabst kamerasını, çeşitli seçenekler arasında sahnenin ve filmin genel atmosferine en uygun, en açıklayıcı konumlarına yerleştirmiş; açılarını ve ölçeklerini konu ile kamera arasındaki ilişkiyi belirleyen psikolojik öğeleri göz önüne alarak saptamıştı. Böylece, seyircinin, farkında olmaksızın karakterlere ve eylemlere yönelik olarak onun istediği şekilde tavır almasını sağlıyordu. Örneğin, kasap, film boyunca yanındaki beyaz çoban köpeğiyle birlikte alt açıyla çekilmiş, eşyalarını rehine vermek zorunda kalan profesör ise evindeki boşluk vurgulanacak biçimde, hafif üst açılı boy çekimle görüntülenmişti. Karaborsanın merkezi olan gece kulübündeki görüntüler çoğunlukla yakın ve bel çekim ölçekleriyle çerçevelenmiş, bakış noktaları eylemin mantığına uygun olarak öznellik yaratmayacak biçimde seçilmişti. Kamera, çevrinme ve kaydırmalarla sokak ve aralıklar boyunca ilerleyerek çevreyi tanıtıyor, Son Adam 'dan farklı olarak kişilerin duygularını açıklamaktan çok nesnel bir kayıt aracı gibi davranıyordu. filmin kurgusu, esas olarak ''hareketten kesme'' ilkesine dayanılarak gerçekleştirilmişti. Böylece, eylemler birbirine bir hareketin ortasından ötekine yapılan kesmelerle bağlanıyor, kalkan bir kol, adım atan bir ayak, doğrulan bir gövde, açılan bir kapı vb. kurgu aracılığıyla filme dinamizm kazandırıyordu.
Pabst, sonraki filmini yaparken ''sokak filmleri''nin tematik niteliğinden büyük ölçüde uzaklaştı. Bu filminde danışman olarak Sigmund Freud 'un iki yardımcısından yardım alarak psikanalitik yöntemleri dramatize etti. Ruhun Gizleri (Geheimnisse einer Seele, 1926), rüyalarında karısını bıçakla öldürdüğünü gören iktidarsız yaşlı bir adamını anlatıyordu. Pabst, yarattığı karakterin psikiyatra başvuruşu ve birkaç psikanaliz seansıyla tedavi edilişi aracılığıyla bugün biraz çocuksu gmrünen bir biçimde, psikiyatriyi sinemada ilk kez ciddi olarak değerlendiren yönetmen oldu. Yine ilk kez, bindirmeleri, eğlendirici ya da ürkütücü hileler olarak değil, zihnin katmanlarını açığa vuran görüntüler yaratmak üzere kullandı. Ruhun Gizleri 'nde bilinçaltının karanlık yönleri üçlü bindirmelerle görüntülenmiş, geleneksel anlatının nedensellik baskısı bir ölçüde hafiflediğinden daha özgür ve öyküdeki ayrıntıları dışlayan bir kurgu yapabilmiştir.
Devam edecek... Google'da Ara
Yorum Gönder